Millet-Milliyetçilik: Arapça kökenli kelime olup herhangi bir dine bağlı, cemaat veya topluluğu ifade eder. Arapçada ulus kelimesinin direkt ifadesi bulunmuyor, bunun yerine din temelli halk ve millet kelimesiyle geçiştirilmektedir. Milliyetle ilgili böyle bir gerçeklik mevcutken, Türk Devleti Millet-Milliyetçilik kelimesini hem ulusallık hem de İslam Ümmetçiliği şeklinde yüceltmesi, Türk halkına, Türk kültürüne en büyük ihaneti yapmıştır, yapmaya da devam ediyor. Sözde laik, çağdaş Türkiye devleti, din ümmetçiliğini ulusçuluk olarak topluma öğretip empoze etmesi neticesinde, toplum gerçek kimlik, kültür ve ulusalcılıktan bir haber, ne olduğu belli olmayan kimliksizler ordusuna dönüşmüştür. Şu nokta iyi bilinmelidir, dünyada her toplumun kimlik temeli, o toplumun
Anadili ve Geçmiş Tarihidir. Anadil ve kendi öz tarihi yerine, İslam dini ve tarihinin yüceltildiği toplumlarda kimlik, kültür, ulus bilgisinden uzak, düşünce yoksunluğu demektir. Çünkü bu tarz toplumlar, sürekli birbirini aşağılayıp ötekileştirerek, çatışmadan yaşamaları mümkün olmamıştır.
Türkçe Ulus: Uygur ve Moğol Türkçesinde uluş, ülüş, ulus ifadeleriyle, aynı toprak üzerinde yaşayan halkın, bu toprağı ortak paylaşımı anlamına gelmektedir. Ki bu da genelde tek bir ırktan olan halkı çağrıştırıyor. Anadolu’da en az 13 farklı dilden halklar yaşadığına göre, tek bir dil ya da dinin üstünlüğünü savunup yaşatmak, faşizm değilse daha derin insanlık düşmanlığıdır.
Latince Ulusçuluk: Nation, national, nationalite şeklinde ırkı ifade etmektir. Bu kavramsallığa dayanarak kendilerini var eden Avrupalı Hıristiyan toplumlar, 1500 ve 1700 yıllarına kadar hem birbirleri içerisinde hem de diğer halklarla sürekli çatışarak yaşadılar. Din ve etnik ırkçılıkla bir yere varamayacağını gören Avrupalı aydın ve iş insanları, çoğulcu demokratik ulusalcı yapıya geçerek, ifade edilen geriliklerden kendilerini arındırmaya çalıştılar.
Türkiye’de gerek devlet ideolojisi gerekse bireyler, Arap İslam ümmet kültürüyle “Allah, Din, Devlet” üçlemesi şeklinde Türkçülük yapıp, öz dile dayanan kültürden uzak kim, ne oldukları bilinemeyen Devşirmeye dönüştürülmüştür. Örneğin kültürel değer olan dilsel kimlikten habersiz, İslam Dini yüceltilerek körü körüne bağlanıp tapınmacı yaşamak, Anadolu’daki dillerin hepsini öldürmektir. Bu yaşam anlayışı, Orta Çağ ve öncesinde okuma yazması olmayan cahil toplumlarda geçerli olan bir durumdur. Teknik Bilgi Çağı’nda olunmasına rağmen, hâlâ Orta Çağ ve öncesinde olduğu gibi düşünmeden tapınmacı yaşam, hayvani seviyede kalmaktır.
“Allah, Din, Devlet” üçlemesiyle ulusçuluğu tanımlayan devlet ve siyasi anlayışların, bundaki tek amaçları ekonomik, siyasi çıkar sağlamaktır. Diller ve kültürler tatsız, tuzsuz, renksiz, bir şekilde düşünemez Devşirmeci hiçliğe dönüştürülmüştür. Devşirmeci anormallik, egemenlerin umurunda değil. Bunu halklar kendileri sorgulayıp yok etmeleri gerekir. Üstelik mevcut çarpık yapının adına laik, çağdaş Türkiye demek, halklara yapılan en büyük kötülüktür. Türkiye’deki bu çarpık, aldatmacaya dayanan anlayışın en çok savunanları ise, bazı sol ve Alevilerin olması, her iki yapıyı sosyolojik, psikolojik açıdan derince incelenmesini şart koşuyor.
İnsan toplulukları yaşadıkları her bölgenin özelliklerine göre, konuştukları dillerini icat ederken, bunu geliştiren ilk kültürel yapılar Polotoist, Dualist ve Monotoist dinlerden başkası değildir. Başlangıç tarihi en az 60 bin yıl ile tarif edilir. Ancak Avrupa gibi birçok toplumlar, Orta Çağ’ın kapanıp Yeni Çağ’a girilmesiyle, din ve ırk temelli kültürel yaşamın, yeni insan düşüncesine cevap veremediği gerçeğinden hareketle, çeşitli bilimsel çalışmalarla bu gericilik terk edilmiştir. Tam bu noktada dinsel milliyet ve ırksal ulusçuluk değiştirilip, çağdaş çoğulcu ulusal devlet sistemlerine geçilmiş olundu.
Cemal Zöngür