Memur-Sen ve Eğitim-Bir-Sen, rejimin dev bir siyasi araca dönüştürdüğü Diyanet İşleri Başkanlığı gibi topluma din dayatma siyasetine hizmet etmektedirler.
Ali Yalçın
Ali Yalçın | Fotoğraf: DHA
ANASAYFA GÜNCEL
Okul öncesi dönemde çocuklara devlet eliyle din eğitimi verilmek isteniyor. Memur-Sen Genel Başkanı Ali Yalçın, 23 Mart’ta Eğitim-Bir-Sen tarafından hazırlanan “Türkiye’de Okul Öncesi Din ve Ahlak Eğitimi” adında bir rapor açıkladı. Okul öncesi eğitimde din ve ahlak eğitimi alanında bir boşluk olduğunu savunan Yalçın, “Raporumuzda Türkiye’de okul öncesi din ve ahlak eğitiminin imkânı tartışılarak bu konuda yeni eğitim politikalarının geliştirilmesine dair öneriler sunulmaktadır” ifadelerini kullandı. Okul öncesi eğitime dair 3 dini eğitim model açıklayan Memur-Sen, “Din ve Ahlak Eğitimi” modeli ile ilk ve ortaöğretimde uygulanan Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinin ders olarak okul öncesi eğitime alınmasını, “Çoğulcu-Tercihli Din ve Ahlak Eğitimi” modelinde “okul öncesi ahlak eğitimi”, “okul öncesi din-İslam eğitimi” verilmesi gerektiğini, üçüncü model olarak “Değerler Eğitimi” verilmesini istedi.
Gelişim psikolojisi doktoralı Akademisyen ve gazetemiz yazarı Serdar M. Değirmencioğlu, Memur-Sen’in açıkladığı raporu ve okul öncesine din ve ahlak eğitimi modelleri önermesini Evrensel’e değerlendirdi. Memur-Sen’in emekçiler ve hakları için değil, ideolojik çalışmalar yürütmek için çalıştığını belirten Serdar Değirmencioğlu, “Var olan tek adam rejimi, son dönemde üst üste önemli ve çok tehlikeli adımlar atmaktadır. İstanbul Sözleşmesi’nin iptal edilmek istenmesi de bunlardan biridir. Memur-Sen’in gündeme getirdiği okul öncesi dönemde din eğitimi de bu çerçevede anlaşılmalıdır” dedi.
Serdar DEĞİRMENCİOĞLU
Neden Memur Sen?
Bu açıklamaya ilişkin sorulması gereken ilk soru, bu raporun neden Memur Sendikaları Konfederasyonu tarafından açıklandığıdır. Bir çatı örgütün bu raporu üstlenmek istemesi temelde iki şekilde anlaşılabilir. Birincisi, Memur-Sen için din, yani İslam, ve İslamı yaymak asli bir işlevdir. İkincisi, Memur-Sen aslında Eğitim-Bir-Sen yönetiminde bulunan kişiler tarafından yönetilmektedir. Uzun süredir Eğitim-Bir-Sen başkanı aynı zamanda konfederasyon başkanıdır.
Eğitim-Bir-Sen, bilindiği üzere, rejimin uzantısı olarak işlev görmektedir. Bu açıdan önemli bir ipucu, bu ay içerisinde Memur-Sen Genel Başkanı Ali Yalçın’ın Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı (SETA) ziyaretidir. Rejim adına politikaların belirlenmesinde etkin olan SETA’ya ziyarete gidilmesi, Memur-Sen’in üstlendiği ideolojik göreve ilişkin önemli bir gösterge olarak okunmalıdır. Bu ziyarette Yalçın, Memur-Sen’in “akademik sendikacılık” yürüttüğünü, pek çok üniversite ile işbirliği yaptığını ve son yıllarda önemli çalışmalar gerçekleştirdiğini söylemiştir.
Son yıllarda üniversitelere yüklenen rejimin papağanı olma görevi ve rejimin üniversitelerdeki kadrolaşma kampanyası göz önünde tutulduğunda, bu sözlerin anlamı daha iyi kavranabilir: Memur-Sen ve Eğitim-Bir-Sen’in aslında emekçiler ve hakları için değil, ideolojik çalışmalar yürütmek için çalışmaktadır.
Neden şimdi?
Var olan tek adam rejimi, son dönemde üst üste önemli ve çok tehlikeli adımlar atmaktadır. İstanbul Sözleşmesi’nin iptal edilmek istenmesi de bunlardan biridir. Memur-Sen’in gündeme getirdiği okul öncesi dönemde din eğitimi de bu çerçevede anlaşılmalıdır.
Rejimin son 20 yıl içerisinde uygulamakta olduğu bir strateji, kendi siyasi hedeflerini kimi zaman sivil toplumdan gelen, kimi zaman çalıştay veya “ortak akıl” toplantılarında beliren öneriler olarak sunmaktır. Bu önerilerin toplumdan geldiği veya uzmanlarca önerildiği söylenerek, rejimin alacağı kararlar meşrulaştırılmak istenmektedir.
2014’de yapılan 19. Milli Eğitim Şûrası bu açıdan önemli bir örnektir. Bu şûrada, Milli Eğitim Bakanlığı’nın karma eğitime son vermesi gündeme getirilmişti. Kız ve erkek öğrencilerin ayırılması rejimin hedefiydi ama öneri Eğitim-Bir-Sen tarafından yapılmıştı. Öneri büyük tepki topladığında, bakan ve hükümet kendilerini korumuş oldular. Okul öncesi dönemde din eğitiminin şu an gündeme getirilmesi de bu stratejinin bir örneği olarak görülmelidir. Belli ki, rejim bu yıl içerisinde bu hedefe yönelik adımlar atacaktır.
Memur-Sen açıklamasından atılacak adımın ne olduğu da anlaşılmaktadır: Diyanet İşleri Başkanlığı’nca 4-6 yaş grubuna yönelik olarak açılan Kur’an kursları, “Okul Öncesi İslam-Din Eğitimi Modeli” adıyla altında tüm çocuklara dayatılacaktır. Rejimle her açıdan uyumlu olarak çalışan özel okulların da bu yeni modeli hızla benimseyeceklerine de ayrıca işaret edilmektedir.
Kimin yararına?
Bu önerinin rejimin ideolojisine uygun olduğu ortada olmakla birlikte, sorulması gereken asıl soru kimin yararına olduğudur. Çocukları ilgilendiren her konuda önce çocukların yararı düşünülmelidir.
4-6 yaşındaki çocuklara din eğitimi verilmesinin, çocuklara bu dönemde hiçbir yararı yoktur. Şu an uygulanmakta olan okul öncesi programında tam da bu nedenle, din ve ahlak üzerinde durulmamaktadır. Önümüzdeki dönemde, çocukların bu dönemde din eğitimi almalarının onlar için daha sonra, diyelim ki ilkokul çağında getirisi olacağı da iddia edilebilir. Bunun da geçerli olmadığı belirtilmelidir.Çocuklara bu dönemde din eğitimi verilmesinin anne babalar ve genel olarak toplumsal bir yararı da yoktur. Okul öncesi dönemde çocuklara devlet eliyle din eğitimi verilmesinin kamu yararına olduğuna ilişkin de hiçbir bilimsel bir dayanak bulunmamaktadır.
Boş bir sayfa mı?
Çocuklara olabildiğince erkenden din eğitimi vermek isteyenler, sık sık çocukların ahlak kurallarını tanımalarının yararlı olduğunu iddia ederler. Bu iddiaların arkasında çocukların boş bir sayfa oldukları, yani onlara birilerinin ahlak dersleri vermemesi durumunda başka kaynaklardan gelen yetersiz veya kötü bilgilerden etkilenecekleri ve hatta “ahlaksız” kalacakları gibi varsayımlar vardır.
Oysa bilimsel çalışmalar, çocukların dört yaşına girmeden bir başka çocuğu ağlatmanın veya bir başka çocuğa vurmanın doğru olmadığını çok zorlanmadan keşfettiklerini; başka çocukların duygusal durumlarını anlamaya, yani empatiye eğilimli olduklarını göstermektedir. Dahası, küçük yaştaki çocuklar yetişkinlerin acımasız davranışlarını gördüklerinde çok rahatsız olurlar ve başkalarına merhametli davranmak konusunda çok ısrarlıdırlar. Özetle, küçük çocuklar din veya ahlak dersleri, ya da yetişkin zorlaması olmadan insancıl, dürüst ve oldukça kurallı davranmaya eğilimlidirler.
Hangi yaşta ve nasıl olabilir?
Öncelikle şunun kabul edilmesi gerekir. Çocuğun gelişimsel düzeyini dikkate almadan bir çocuğa din eğitimi vermeye çalışmak anlamsızdır. Bugün Türkiye’de 2-3 yaşındaki çocuklara bile din aşılamaya çalışanlar olduğunu biliyoruz. Çocuklar karmaşık ve soyut düşünme becerileri gelişmediği sürece, dini kurallarla ilgili bir kavrayış geliştiremezler. 6 yaş öncesinde çocukların bilişsel becerileri dinle ilişkili soyut kavramları anlamaya yeterli değildir. Çocuklara 6 yaş öncesinde belletilen kimi kurallar, ancak anlaşılmadan yapılan kalıp davranışlar ortaya çıkarır.
Diğer yandan, dini kurallara uymayanlara verilecek cezalar, günah, cehennem, şeytan, cin gibi kavramların vurgulanması çocukları psikolojik açıdan kötü etkiler ve farklı birçok soruna yol açar. Katı ve ezberci yaklaşımla belletilmek istenecek kimi inanç ve öğretiler, çocukların gözünde hızla tartışılmaz kurallara dönüşebilir ve çocuklar herhangi bir dengeli tartışma yaşamadan bu dogmaları içeren bir dünyaya hapsolurlar. Dahası, kuralcı eğilimleri nedeniyle çocuklar bu kuralları birbirlerine dayatmaya, birer “din polisi” gibi davranmaya başlarlar. Bu tür akran baskısı çocuklar için çok zararlı sonuçlar verir.
Çocuklara küçük yaşta belletilen kuralların anlaşılması için dünya çapında bilinen bir örnek, köpeklerin kirli oldukları ve bu nedenle İslama uymadıkları iddiasıdır. 4-6 yaş aralığında bu iddianın sürekli olarak yinelendiği bir ortamda kalan çocuklar köpeklere yönelik çok güçlü olumsuz tutum geliştirirler. Bu tutumun daha sonra değişmesi çok zordur. Bu çocukların çoğunluğu köpeklerle ilişkili kaygı ve çok abartılı tiksinti yaşar. Kimi zaman, köpeklere yönelik acımasızlık örnekleri ortaya çıkar.
Öte yandan, çocuklara din eğitimi verilmesi devletin işi değildir. 4-6 yaşlarındaki çocuklarına din eğitimi verilmesi gerektiğini inanan anne babalar varsa, bunu kendileri yapabilirler. Çocuklara tek bir dinin tanıtılması ve benimsetilmesi kesinlikle okula ait bir işlev değildir.Çocuklar ilkokula başladıktan sonra, etik/ahlak üzerine tartışmalardan yararlanabilirler. Bu tartışmalar öğrencilerin bir dini benimsemesi için değil, daha açık ve dengeli düşünebilmeleri ve doğru kararlar verebilmeleri için yapılırsa yararlı olabilir. Araştırmalar, etik üzerine yapılan dengeli, yani yanlı olmayan tartışmaların ilk ve orta okul düzeyindeki öğrenciler için yararlı olduğunu göstermektedir.
Tam bu noktada, aslında okulun işlevinin üzerinde ısrarla durulması gerekir. Okul, çocuk ve gençlerin ufkunu genişletmeye ve onların özgür düşünebilmesine yol açan bir kurum olmalıdır. Din eğitimi konusunda ısrarcı olanların çoğunluğu ise, kimi tartışılmaz doğruların ve özellikle kutsal bir öğreti olarak gördükleri kendi dinlerinin çocuklara belletilmesini isterler. Çoğunluğun benimsemiş olduğu bir din, o çoğunluğu mutlu edecek şekilde, başka bir inançla veya dünya görüşüyle karşılaştırılmadan, eleştirilere yer verilmeden belletilmelidir.
Eleştirilere yer verilmemesi, kimi ülkelerde dinin bir bütün olarak dokunulmaz kılınması, kusursuz bir dogma olarak kamusal alanda dayatılmasına varmıştır. Herhangi bir eleştiri veya tartışma, yasalar nezdinde suça dönüştürülmektedir. Bu tür uygulamalar, hatta bir dinin anayasaya konulması, toplumun -kaçınılmaz olarak- dinle yönetilmesine ve hızla dine aykırı düşen kişi, kesim ve oluşumlara şiddet uygulanmasına yol açar.
Açıklamada değinilmeyenler
Memur-Sen tarafından açıklanan Eğitim-Bir-Sen raporunda, şu an yürürlükte olan okul öncesi programın temeli üzerinde durulmadığı anlaşılmaktadır.
Programın temeli, çocukların gelişimsel özellikleridir; çocukların sosyal ve duygusal, motor, bilişsel, dil gelişimlerinin ve özbakım becerilerinin güçlendirilmesi amaçlanmaktadır. Okul öncesi eğitimde farklı yaklaşımlar kullanılabilir ama yaklaşımdan bağımsız olarak, çocukların bulundukları gelişim düzeyinden ulaşabilecekleri en üst aşamaya dek ilerlemeleri hedeflenir. Şu an var olan program, çocuklara temel insani değerleri ve yaşama dair temel becerileri kazandırmayı amaçlar. Çocuklara bir öğreti veya parçalarının belletilmesinin şu an yürürlükte olan okul öncesi programında neden amaçlanmadığı; okul öncesi dönemde dinin ele alınmasının bilimsel bir dayanağının olmadığına Memur-Sen açıklamasında değinilmemektedir.
Açıklamada bir Kanun Hükmünde Kararname ile birlikte Diyanet İşleri Başkanlığı’nca açılan yaz Kur’an kurslarına katılım için ilkokulu bitirme koşulunun kaldırıldığına değinilmektedir. Bu koşulun bir KHK ile kaldırılmış olması bile çocuklara yönelik dayatmacı anlayışın bir göstergesidir. Öte yandan bu kararın, kursların ilkokul bitirme yaşı olan 11 yaştan tam 7 yıl geriye çekilmesine yol açması da başlı başına büyük bir yanlıştır ve kabul edilemez.
Açıklamada, 4-6 yaş Kur’an kursu öğrenci sayısının artması bir toplumsal talep olarak gösterilmektedir. Oysa söz konusu olan, rejimin anne babaları büyük bir çabayla bu şekilde yönlendirmesinin yansıması olarak görülmelidir. Yeni açılan Kur’an kurslarının “Toplum Temelli Kurumlar” olarak gösterilmesi de, rejimin kimi uygulamaları “toplumdan gelen talep” olarak gösterme stratejisinin bir parçasıdır.
Burada, Memur-Sen tarafından yürütülmekte olan çalışmaları ikiyüzlülüğü belirginleşmektedir. Emekçi kadınlar bir işyerinde kreş açılmasını istediklerinde bu toplumdan gelen talep sayılmamaktadır. Bu kitlesel bir talep olsa da, toplumsal talep olarak kabul edilmemektedir. Hem kadınların, hem çocukların, hem de kamunun yararına olacak kreş zorunluluğu rejimin sermaye yanlısı olması nedeniyle Memur-Sen tarafından ciddiye alınmamaktadır. Memur-Sen çocukların ve kadınların yararının, kamu yararının, insancıl ve adil bir sosyal politikaların peşinde değildir.
Açıklamada, büyük bir atılım gibi sunulan 4-6 yaş Kur’an kurslarının neden din eğitimi açısından yeterli olmadığı belirtilmemektedir. Açıktır ki, okul öncesi dönemdeki tüm çocukların Kur’an kurslarına gönderilen çocuklardan geri kalmamaları istenmektedir. Bu talep, rejimin tüm çocuklara olabildiğince erken yaşta İslam dininin dayatılması gerektiğine ilişkin kararlılığının açık bir yansıması olarak görülmelidir.
Önerilen modeller
Son olarak “modeller” üzerinde durmak yararlı olabilir. Anılan ilk model, şu an ilk ve ortaöğretimde uygulanmakta olan Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi olduğu için uygulamasının ne olduğu ortadadır. Bu model, 4-6 yaşındaki çocuklara bir tür ortodoks İslam dersi dayatılması ve başka inançların dışlanması anlamına gelecektir.
Açıklamada sözü edilen üçüncü model, “Değerler Eğitimi” olarak anılan yaklaşımdır. Bu yaklaşımın da şu ana dek nasıl uygulandığı bilinmektedir. Sözü edilen değerler, Türk-İslam Sentezi ideolojisi altında sınıflanabilecek bir dizi tutum ve anlayışın yüceltilmesinden ibarettir.
Anılan ikinci modele, “çoğulculuk” ve “tercih” kavramları iliştirilmiş olsa da, bunların uygulamada kesinlikle söz konusu olmayacağı hemen anlaşılmaktadır. Bu modelin bir yorumu gibi sunulan, “İslam dininin esas” olduğuna dayanan uygulama, hiç kuşkusuz, rejimin çoktan yürürlüğe koymaya karar vermiş olduğu uygulamadır.
Sonuç:
Çağdaş okul öncesi eğitim çocukları yaşama hazırlamaya odaklıdır. Çocukların gelişmesini, kendilerini ve dünyayı keşfetmelerini, kendi duygu ve düşüncelerini tanımalarını hedefler. Çocukların kendilerine yeten bireyler olmak yanında mutlu olabilmelerini de özellikle amaçlar.
Memur-Sen tarafından yapılan açıklama, Eğitim-Bir-Sen tarafından hazırlatılan rapor ise okul öncesi eğitim programı ile hiçbir ilişkisi olmayan, aslında okullarda yeri de olmayan bir uygulamanın, “Okul Öncesi İslam-Din Eğitimi Modeli” adıyla kabul ettirilmesini hedeflemektedir. Açıklamadan da hemen anlaşılacağı üzere, yapılmak istenen Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yürütülen 4-6 yaş grubu Kur’an kurslarının “okul öncesi eğitim formatına” dönüştürülmesidir.
Bu öneriyi gündeme getiren Memur-Sen ve Eğitim-Bir-Sen, rejimin dev bir siyasi araca dönüştürdüğü Diyanet İşleri Başkanlığı gibi topluma din dayatma siyasetine hizmet etmektedirler.
Okul öncesi dönemde çocuklara devlet eliyle din eğitimi verilmesinin çocukların yararına veya kamu yararına olduğuna ilişkin de hiçbir bilimsel bir dayanak bulunmamaktadır.