Özellikle 1993 Sivas katliamından sonra gelişen ve toplumsal, siyasal değişim sürecinde Alevilerin kendini, yaşamı ve sistemi sorgulamaya yönelmesi her ne kadar anlamlı ve olumlu bir gelişme ise de; bugüne kadar yaşananlar “Kör’ün Fil i tarif etmesi” tarzında ve “zeka ölçüsü” ile izah edeceği ve onunla yetinebileceği bir “babadan atadan kalma” ezber kültürü değildir.
Alevilik: insan türünün toplumsal ve sosyal yaşam oluşturduğu günden bu yana, Evren, doğa, İnsan ayrılmaz bütünlüğü içerisinde “ “Varlığın Birliği” temelinde hurafelere sığınmadan “VAROLUŞ” gerçeği üzerinden geliştirdiği bir yaşam felsefesidir. Son süreç de, kendi emeğimizle ve kendi imkanlarımızla oluşturduğumuz, devletin laiklik ve eşit vatandaş hukuku ilkelerine rağmen tanımadığı “CEM EVLERİ”nin, sistemin oyuncağına dönüştürülüp Asimilasyon merkezi konumuna getirilişini üzülerek seyretmekteyiz. Bu sorunu birlikte çözmek gibi zorunlu bir görevle karşı karşıyayız.
Aleviliğin geçmişinde “CEM EVİ”, tapınak tarzında semavi dinlerde olduğu gibi, insan tarafından yapılıp sonra “kutsallık”la taltif edilen bir mekan değildir. Hakikatçi Alevilikte HAKK’a niyaz olmak için özel bir mekan a ihtiyaç yoktur. Tüm Ru i Zemin (Yeryüzü) bunun için uygundur. Doğada her yerde Hakk varsa, ona özel bir mekan gerekmez. Ancak yıllardır Alevilerin yaşadığı sürgünler dolayısıyla yerleştikleri ülke veya kentlerde, Laik ve eşit yurttaşlık hukuku gereği toplu ibadet için ihtiyaç duydukları bir mekan talepleri söz konusu olmuştur. Eğer şimdiki Cem evlerinde asimilasyon tehlikesi varsa, eskiden olduğu gibi “üç can bir Cem” anlayışıyla evlerimizde asimilasyona maruz kalmadan cem yapmamız için bir engel yoktur.
Alevilik adına kurulu bulunan Devlet icazetli Dernek, Vakıf ve Federasyonların içler acısı durumu gözler önündedir. Devletsiz bir yaşam olan Aleviliğin bu tür kurumlarla rotasına çekilmesi imkansızdır. Alevilerin Kendi hiyerarşik ilişkileri, YOL-ERKAN, ilke ve esasları, Ocak, Talip ,Rehber, Pir, Mürşid ilişkisi kurulup, geçmişte olduğu gibi örgütlenmeden, onu inkar ve imha etmeyi ilke edinen devlet yasalarından icazet alarak Alevilik örgütlenemez ve özgürleştirilemez. Bu gibi kurumların yapması gereken Alevilere yol- erkan öğretmek değil, siyasal, finansal ve sosyal destek sağlamaktır. Bu kurumlar kendilerini Ocak, Dergah ve İnanç merkezi gibi dayatamazlar. Kendi bünyelerinde PİR veya “DEDE” tayin edemezler. Ocağı veya talibi belli olmayan, liyakatı ocağı tarafından tescil edilmeyen kişilerin tayin edilmesi belli başlı bir sorundur. Diyanet taklidi inanç kurulu oluşturamazlar.
Olması gereken, yol-erkan usulünce kadim den gelen biçimiyle Ocakların işlevi çağın gereklerine uyumlu biçimde geliştirilerek, “ortak OCAKLAR İNSİYATİFİ”nin yeniden yapılandırılmasıdır. Yakın geçmişimizde Malatya Arguvan Mineyik köyünde, TC. nin kuruluşu döneminde yapılan pirler toplantısında bölgelere göre, ortak insiyatifle Pirler Talip bölgelerine görevlendirilmişlerdir.
Son süreç de Ocak merkezlerine, Ocaklardan veya taliplerden rıza’lık alınmadan, oralara tadilat, tamirat yada, Alevilere ait olsa da, değişik sembollerin, heykel veya diğer yapıtların yerleştirilmesi doğru değildir. Bunun gerekçesi o yapıtların değersiz olduğundan değil, ocak merkezlerinin tarihi anlamlarını bulanıklaştıracağındandır.
Son günlerde bu konuda yasal kurumların kendi yetersizliklerini sorgulamak ve çözüm aramak varken, birbirlerini suçlamaları ve hatta “düşkün” ilan etmek gibi yetkisiz söylemlerden vaz geçmesi gerekir. Hiçbir yasal kurum Düşkün ocağı değildir. Ocak değildir. Dergah değildir. Sürek değildir.
GÖNÜL KALSIN YOL KALMASIN
NE ARARSAN KENDİNDE ARA
GELİN CANLAR BİR OLALIM
Süleyman DEPREM (YEKSANİ)
06.08.2020 Kantarma