FUGACI ABBAS USTA
“Çeketimi satarım yine seni okuturum. ”
Fikri Demirtaş
fikridt@hotmail .com
Bizim memlekette elleri nasır tutmuş, gecesi gündüzüne karışmış, eve yorgun argın gelse de yüzünden tebessümü eksik olmayan, hayat şartları altında mücadele eden babalar hep var olmuştur. Şefkat ve merhamet kanatlarını çocuklarının üstüne açmış onların okuması için “Ceketimi satarım seni yine okuturum…” diyenlerden biri de Hacı Halil Uşağından, Hacı Şerifler’den kayın-babam Abbas Usta idi.
Hekimhan Malatya’nın en önemli ilçelerinden birisiydi ve Malatya’dan Sivas’a giden kara ve demir yolu üzerinde olan ve dağlarla çevrili vadide bulunuyor.Hekimhan güzel bir memlekettir. Sert bir iklim sürer. Kuraktır, soğuktur, arazisi dağlıktır. Burası eski Bağdat- İstanbul kervan yolu üzerine kurulmuştur. Hekimhan ismi Hekimin Hanından gelmedir. Demir cevheriyle dünyada adını duyurmuştur. Kayısısı, dutu,bastığı,üzümü, elması, armudu, cevizi meşhurdur. Dağlık bir yeryüzü şekline sahip olduğundan ekilip biçilecek arazisi yeterli değildir. Hekimhan’lı ya okuyacak, yada gurbete gidecek .Başka yolu yokmuş…
Hekimhan’lıların çoğunluğu bağ, bostan, kayısıcılık ve hayvancılıkla uğraşır geçimlerini bu şekilde sağlardı. Gelecek kuşakların daha iyi bir geleceğe sahip olmasını isteyen Hekimhan halkı, evlatlarını okutmak için kız erkek ayrımı yapmadan elinden ne gelirse yapardı. Köydekiler ilçede ev tutar çocuklarını okuturlardı.İlçe nüfusunun % 95’si okur-yazar olup, yüksek tahsil yapanların sayısı fazladır.
1950’li yıllar Hekimhan Ortaokulu”. Köylü, kasabalı, zengin, fakir, memur, kaymakam, savcı çocukların hepsi burada okurdu. Köylerden gelen çocuklar, kendileri pişirir, kendileri yıkar, kendileri okurdu. Köyden ilk ayrıldıklarında bir gariplik çökermiş üstlerine. Bazı geceler ağlar, analarını beklerlermiş…
Haftada bir cuma günleri Hekimhan’da Taşhanın önündeki alanda pazar kurulurdu. Köyden traktörlerle, hayvanlarla getirdiklerini satarlar, alacaklarını alırlar, Okulda okuyan çocuklarının ihtiyaçlarını görüp giderlermiş.
Cuma günü çocuklar emişme vakti, anasını bulamayan kuzular gibi sağa sola koşturur; “Teyze, anam , babam geldi mi? Bibi anamı gördün mü?” diye ararlarmış…Köyden gelen bir haftalık erzakı çekerler, kaldıkları köhne kerpiç evlere.Odun, yufka, yoğurt, bulgur taşırlarmış…
Abbas Ustada eski evinin bir göz odasını Karamahmut’lu, Cüzüngütlü akrabalarına kiraya verirmiş. Aynı odada bazı yıllar üçer, dörder öğrenci kalırmış. Gaz lambasının ışığında ders çalışırlarmış. Abbas usta ara sıra öğrencileri kontrol eder nasihatlerde bulunur imiş. Yutçulardan Veysel, Cumali, Otlulardan Ali, Hacı Hasan, Alâeddin, Muzaffer. Güzelyurt’dan H.İbrahim Erdem daha niceleri. Hepsi okumuş memur tapucu, maliyeci, öğretmen olmuşlar. 1940’lı yıllarda Akçadağ Köy Enstitüsü açıldığında Malatya ilçelerinin içinde en fazla enstitüye gidenler arasında Hekimhan başta geliyormuş.
Hekimhan ahalisinden gurbete Çukurova bölgesine sadece gidip dönenler olduğu gibi, Adana ve Mersin bölgelerine gidip oraya yerleşenlerde vardır. 1962 yıllarından sonra Almanya’ya işçi olarak gidenlerde olmuştur.Yüzlerce yıl Hekimhan’da birlikte barış ve kardeşlik içinde yaşıyan gurbete giden,yurt dışına göç eden Ermenisi , Türkü, Kürdü, Alevisi, Sünnisi, Hristiyanı hâlâ rüyalarında, memleketlerini Zurbahan dağı , Yücekaya görüyor ,türkülerini dinliyor,hayalleri ile yaşıyorlarmış desem yalan olmaz…
Abbas Ustada, gençliğinde çalışmak için gurbetlere gitmiş. Antep’te şarap fabrikasının, Elâzığ’da Külüşkür Köprüsü’nün, Adıyaman’da Hükümet konağını, Malatya’da Ticaret Lisesinin taş duvarlarının fugalarını yapmış. Hekimhan’ın ilçe merkezi ve köylerinde fuga yaptığı evlerin duvarlarında halâ reklam yazıtı duruyor.Fuga yaptığı köylerin birinde Abbas Ustaya işinin karşılığında bir inek vermişler. Birinde de İğdir köyünde enstitüsü Zeki Demirhan’ın kardeşi Garip ‘in evinin fugası karşılığında anaları Tamo bibi bir traktör odun göndermiş.
“Fuga: (Duvar derzi) Moloz taş duvar ve sıvasız bırakılacak her çeşit tuğla vb. duvarlarda, düşük dozlu duvar harçlı derzlerden içeriye su ve rutubet girmemesi için, derzlerin yüksek dozlu bir çimento harcı ile doldurulması gerekir. Bu derzler mimari isteğe göre çukur ya da kabartma olabilir.”
Abbas Usta kabartma derz yaparken taş araları 1.5-2 cm kadar oyup temizleyip ıslatıyor. Elenmiş ince kumla çimento harcı ile taşlardan 1-1.5 cm çıkıntılı ve bir miktar taş yüzeyine binecek şekilde derzler dolduruyormuş. Sonra harç tam katılaşmadan demir mala ile bastırılarak sıkıştırıp, taşların olabildiğince büyük görünebilmesi için harcın taşlara 1-1,5 cm’den fazla binen kısımları malanın sivri ucuyla kesilip alıyormuş. Fazla geniş görünen derzlerin ortasına taşları belirleyen bir çizik ya da oyuntuyu ince derz malası, ucu kıvrılmış yuvarlak ya da köşeli bir demirle, fırça ile dantel gibi taş duvarı işliyormuş. Abbas Usta fuga yaptığı her evin dışarıdan görünen duvarına kitabe gibi evin sahibinin adı ve soyadını, onun altına da “Abbas S. P” ve tarihi yazarmış. Fugalı evlerde alın teri vardır.
Bizim Hekimhan’da, Abbas Usta’yı çok severlermiş. Orta boylu, gür kaşlı , büyük pazulu, elleri nasırlı güçlü idi. Fötr şapkası ve terini sildiği yağlığı (mendili) vardı. Çalışırken iniltili şende bir türkünün nağmeleri dilinden dökülmeye başlardı. Genç iken bir ara keman çalmaya başlamış ama gel gör ki keman çalıyor diye çevreden büyüklerinden çok laf işitmiş. Keman çalmayı bırakmış. Dağarcığında çok hikayeler varmış. Evde çocuklara, anlatırmış. Çocuklar hayretle film gibi dinlerlermiş babalarını.
Abbas Usta Fugaya gideceği günlerde erkenden kalkar gaz ocağının üzerine çay demliğini koyup ,
Sabah çayını içer malzemelerini heybesine koyup yola düşermiş.
Fuga işini kabala aldığı için gün batıncaya, ortalık karanlık oluncaya dek sürdürüyor çalışmasını, başını kaldırmadan. Çalşırken alnındaki terler şıpır şıpır dökülüyormuş harçın içine. Arada biri boynundaki mendili çıkarıp terlerini kuruluyormuş.
İş elbisesini çıkardıktan sonra takım elbisesini giyer başına fötr takarmış.Belki çok imkanları yoktu ama mutlu imişler. Evde yaşayanların hepsi mutlu imiş
Hekimhan’da bir gazete bayi varmış. O da gazeteci Omuş Dayı’nın. Gazeteler ilçeye öğleyin Malatya otobüsleri ile gelirmiş. Abbas Usta günlük gazete alır. Türk güreşçilerinin bölümler halinde yayımlanan Kel Aliço, Koca Yusuf, Adalı Halil ve nicesini soluksuz okurmuş. Sonra başkalarında anlatırmış. Gelin abla da gazetenin her sayfasını okur. Mahalleye okuduklarını anlatırmış.
Tarihi Selçuklu eseri üç dilli kitabesi olan “Ermenice, Süryanice Arapça” Taşhanın avlusuna ünlü güreşçiler gelirmiş. Güreşten bir gün öncesinden balyalarla samanlar gelir meydana serilir imiş. Taşhan’ın damının dört tarafı seyirci ile dolarmış …
Abbas Ustayı Salih dayının karşısına rakip olarak çıkarttılar. Abbas Usta’nın kispeti şeker çuvalından yapılmış bir pırpır imiş. Kispet kimsede yok… Salih dayı ile Taşhan’ın avlusunda kapıştılar. Abbas Usta , Salih dayıyı bir kucaklamış Salih dayı da istiyor rakibi bir oyun yapsın seyirciler sevinsin millete bir gösteriş olsun… Fakat Abbas Usta modern tekniklerden ziyade karakucak işi pehlivan Salih’i tuttuğu gibi kucağına alır. İki eli üzerinde havaya kaldırarak bir hamlede yere vurur . Rakip pehlivan kan ter içinde kalarak yenilir. Abbas Usta’nın gücü karşısında herkes şaşırır.
Güç denemesi için yapılan eşek kaldırma iddiası yıllarca anlatılmış. Yine Hekimhan’da büyük bir taş loğ varmış. Bu loğu o zaman ilçede üç kişi kaldırabiliyormuş. Demirci Mehmet Ağa ( Mehmet Özyazgan), Avukat Murat Bingöl’ün babası, üçüncü Hacı Şerifler oğlu Abbas Usta.
Abbas Usta dövüş horozlarını çok severmiş
Horozlarını sürekli cebinde kuru üzüm, ceviz, fındık gibi yemişlerle beslermiş. Onlar da çarşıdan geldiğini görünce hemen koşarak onu yolda karşılarlarmış. Horozlarının 3-4 günde bir ayaklarını iyice yıkayıp kafalarını ayaklarını zeytinyağı ile yağlar. Hekimhan’da en iyi horozun kendisinde olmasını istermiş.O nedenle yenilen ya da dövüş kaybeden horozu hiç beslemez birine verirmiş.
Bu dövüş horozlarının tavukları ilkbaharda 10 – 11 tane yumurta yumurtlayıp kuluçkaya yatarmış. Abbas Usta yumurtaları 5-6 gün sonra güneşe tutarak içinin boş olup olmadığını kontrol eder, boş olan yumurtaları ayırırmış. Horoz dövüşleri genellikle kaymakamlığın yan tarafındaki parkta yapılır. Seyretmeye de çok sayıda vatandaş gelirmiş. Bu dövüşlerde herhangi bir bahis ya da menfaat söz konusu olmazmış. Sadece kimin horozu galip gelecek diye izlenir, o gurur onlara yetermiş.
Hekimhan’da önceleri kış çok meşakkatli olurmuş. Abbas Usta da çalışmaz kara kışta. Çınarlı kahveye gider, kahvede tavla, domino, hoşkin kağıt oyunu oynarlarmış..
Teknoloji ilerleyip arttıkça, insanların maddi durumu düzelince kerpiç evler taş evler artık yapılmıyor. Briket, tuğlalardan betonarme evler yapılmaya başlanınca Abbas ustanın işi günden güne azalmış.
Abbas Usta gecikmiş yaşına rağmen 1970 li yıllarda Hekimhan MTA’ya girer. Evde eşi, çoluk çocuk çok sevinir. Babasından kalma kerpiç evin çenesi kaymış, çöktü çökecek imiş. Bahçelerinin bir köşesine taştan bir ev yapmaya karar vermişler. İki oda, bir mutfak,bir ahırın temelini karısı ile birlikte günlerce çalışarak yapmışlar….
Abbas Usta MTA’da çalıştığından Dursunlu’dan Göz Omar ve Karaca ustayı tutar. Tez zamanda ev yapılır, evin damı toprakla örtülür. Sonradan evin dış duvarına bitişik briketten tuvalet ve banyo yaparlar. Abbas Usta bu evini dişiyle tırnağıyla kurmuş. Bu evinin her bir taşında, kumunda, çimentosunda, tahtasında onun teri var. Yeni evlerine taşınınca nasıl da sevinmişlerdir. Abbas Usta birçok ilçede köyde yüzlerce evi fuga yapar ama kendi evinin fugasını yapmaya eli değmemiş. ” Terzi kendi söküğünü dikmez” sözünü örneğini burada görüyoruz.
Evlerinin önünde küçük vaha gibi bahçeleri vardı. Giriş kapısında iki tane karşılıklı akasya ağacı, çiçek açtığı zaman mahalle mis gibi gül kokuyordu. Bahçede üç ağaç beyaz dut, kara dut, erik, kayısı, ceviz ağacı ve üzüm asması var idi. Giriş kapısından eve kadar yolun iki tarafı, çeşit çeşit çiçekler ve güller arsında gidilirdi.
Abbas Usta’nın karısı Karamahmut’lu ağ gelin küçük yaşta gelin olmuş. Köylerinde ilkokul 3’e kadar okur. Annesi ölünce okuldan alınınca çok ağlamış… Kocasından 15 yaş küçük, uzun boylu, uzun saçlı, beyaz tenli güzel bir kızmış.
Okuma yazmayı bildiği için elinden kitap düşmez. Kitapları komşuları Gazcı Süleyman’ın öğretmen kızı Solmaz’dan alırmış. Yaşar Kemal’den İnce Mehmet, Fakir Baykurt’tan Kaplumbağalar, Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Yaban ve cep fotoromanlarını gaz lambasının sarı ölgün ışığında sabah ezanı okununcaya kadar bazen bırakamazmış.
Okuma yazma bilmeyenlerin mektuplarını okur. Onların mektuplarını yazar. Çocuklarını ardına katar sinemaya da gidermiş.. Gelin Abla sinemaya giderken ,sinemaya gitmeyen gidemeyen bazı komşuları arkası süre sinemaya gittiği için ayıplarlarmış. Yıllar sonra ayıplayan komşular ” Gelin senin yaptığın doğruymuş ,meğer bizim düşüncemiz yanlışmış.” demişler.
Gelin Abla’nın yüzü hiç gülmez. Bunun altında yatan acı bir hikayesi vardır. Mahellede ki evlerin su ihtiyacı yakındaki Garipağaların pınarından karşılanırdı. İşte bu pınarda gelin ablanın ilk çocuğunun ölümü hiç aklından çıkmıyordu. İki yaşındaki İlhan’ın pınarın kürününe düştüğünü çırpındığını görmüşler. Gelin ablaya mahallenin çocukları haber vermişler. Anası koşmuş, komşular koşmuş ama kaş ile göz arasında çocuk boğulmuş. Küründen çıkarırlar ağzından su gelir. Komşular çok çabalamışlar ama İlhan’ın’ın nefesi gitmiş. Abbas Usta komşuları ile tarihi yeni camiden çıkmış eve doğru geliyormuş. Yolda bu olayı haber alır almaz dizinin bağı çözülür olduğu yere yığılır. İlk kalp krizini böyle yaşamış olur.
Anası bağrına bastığı yavrusunu eve getir. Beşiğine boylu boyunca uzattılar. Gelin abla dizlerini döve döve ağlar. Babası da öyle…Bütün Taşbaşı Mahallesi kadınları, erkekleri hep ağlamışlar. Çocuklar da hep ağlar. Gelin abla ağıtlar söyler çok geceler. Bir ağıtı ise şöyleymiş:
Gözyaşları döke döke
Boynumu büke büke
Ciğerimi söke söke
Bitmeyen bir derde kaldım
Pınarı bir de beddua eder.
Mahellenin pınarısın
Çocuğumu boğan suyun
Taş duvarların yıkılsın
Suyun çekilsin kurusun” diye
Günler geçer gelin abla unutmaz.Yavrusu yaşında bir çocuk görse gelin abla ağlarmış. Yücekaya’nın dili olsa da Hekimhan’da yaşayan her milletin öyküsünü anlatsa kim bilir ne acı olaylara ne güzelliklere şahit olmuştur…
***
Gelin ablanın ilk çocuğu Garipağaların konağının bitişiğinde bulunan tarihi kesme taştan yapılı Osmanlıca kitabesi bulunan Garipağaların pınarında boğulup öldükten sonra, üçer yıl arayla altı çocuğu daha oldu.
Mahellenin ebesi fatöğ bibi( Fatma Ünver) çocuklarının ebesiydi… Gelin abla bu altı çocuğu büyütse de hiç ağıtları eksilmedi.
Oturdukları odanın ahır duvarına bitişik duvarı hafifçe içe doğru oyukmuş,i buraya “yüklük” denirmiş. Döşekleri yorganları gelin abla kitap gibi oraya dizer. Yüklüğün hemen kenarında Maraş işi ceviz işlemeli küçük bir sandığın İçinede kızlarına yaptığı dantel ve oyaları epeyce çeyiz “pılı-pırtı” naftalinleyip saklarmış.. Duvarda Atatürk portesi, yanında cam çerçevede aile fotoğrafları asılı imiş. Abbas Usta 1960’lı yıllarda Ankara’dan getirdiği Atatürk büstünü taş duvarlı odanın penceresinin önünde uzun yıllar saklamış.
Abbas Usta 63 yaşında Hakk’a yürüdü. Abbas Usta’nın çocuklarına nasihat verirken siz yeter ki okuyun “Ceketimi satarım sizi yine okuturum. “ nasihati hep kulaklarında olan çocukları babalarına ceketini sattırmadan sağlığında üç çocuğunun öğretmen olduğunu gördü. iki mühendis, bir savcı olanı göremedi. Tanrım Abbas Ustayı cennetine koymuştur…
Fikri Demirtaş